deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler deneme bonusu deneme bonusu veren siteler cardsthatgive.org virginiawinefestival.org/ deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren bahis siteleri deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler bahis siteleri

07 Nisan 2023 - Cuma

DEPREM GERÇEĞİ ve İSTANBUL

Deprem bizim gerçeğimiz… Birçok detaya gireceğim bu yazımın neden bu kadar uzadığını okudukça derinlemesine anlayacağınıza inanıyorum. Köşe yazısı/makale karışımı tüm bu bilgileri lütfen sonuna kadar okuyunuz. Deprem hakkında toplum olarak net bilgilere s

Yazar - Ziya Gökalp
Okuma Süresi: 25 dk.
Ziya Gökalp

Ziya Gökalp

-
Takip EtGoogle News

Deprem bizim gerçeğimiz… Birçok detaya gireceğim bu yazımın neden bu kadar uzadığını okudukça derinlemesine anlayacağınıza inanıyorum. Köşe yazısı/makale karışımı tüm bu bilgileri lütfen sonuna kadar okuyunuz. Deprem hakkında toplum olarak net bilgilere sahip olmalıyız.

Deprem, Türkiye’de görülen en önemli afet türüdür. Önemi diğer afetlere göre etki alanının geniş olması, can ve mal kayıplarının fazla olmasından ileri gelmektedir.

Türkiye yüzölçümünün % 96’sı, nüfusunun % 99 ’unun deprem riski altında olması, beşeri ve ekonomik faaliyetler açısından depremin önemini artırmaktadır. Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği kabul edildiğinde, yerleşim yeri seçilmesinden sanayi faaliyetlerine kadar pek çok alanda yapılacak planlamada bu konunun göz önünde bulundurulması zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.

Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de 1999 ve 2000 yıllarında büyük depremler görülmüştür. Özellikle 17 Ağustos 1999 İzmit ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerinin, nüfusun, yerleşim merkezlerinin ve sanayinin yoğun olduğu alanlarda meydana gelmiş olması çok sayıda can ve mal kayıplarının görülmesine neden olmuştur. Bu depremler kamuoyunun, pek çok kurum ve bilim adamının dikkatlerinin deprem üzerinde yoğunlaşmasına neden olmuştur.

Aradan 24 Yıl geçmesine rağmen hala birçok dersin çıkarılmadığı ve önlem alınmadığını da hep birlikte Kahramanmaraş merkezli depremler ile birlikte gördük.

Ülkemiz, konum itibariyle Alp-Himalaya deprem kuşağında yer almasından dolayı milattan önceki yıllardan günümüze kadar çok sayıda ve şiddetli depremlere maruz kalmıştır. Depremlerin genel olarak tamamına yakınının fay kuşakları boyunca meydana gelmesi, ülkemizde tektonik kökenli depremlerin hakim olduğunu göstermektedir. İnsanların yerleşim yeri olarak daha çok su kaynaklarının bulunduğu yerleri, depresyonları, faylanmanın olduğu yamaçları, termal kaynakların yakın çevresini dolayısıyla fay hatlarına yakın veya doğrudan fay hatları üzerindeki alanları seçmeleri, birçok yerleşim biriminin (özellikle antik kentlerin) ortadan kalkmasına veya yer değiştirmesine neden olmuştur.

Depremler genel olarak Türkiye’nin hemen her yerinde olmaktadır. Ancak hasar yapıcı depremler başlıca üç bölgede yoğunlaşmıştır. Bunlar, en büyük depremlerin görüldüğü Kuzey Anadolu Fay Zonu, Kuzey Anadolu Fay Zonu kadar aktif olan Doğu Anadolu Fay Zonu ve Batı Anadolu çöküntü sistemidir.

Bu bilgiler ışığında bazı terimlerin açıklamalarını belirtmek istiyorum.

Fay nedir?

Yerkabuğunu oluşturan kayaçların bir yüzey boyunca kırılması ve oluşan iki parçanın birbirine göre göreceli olarak yer değiştirmesidir.

Depremin Magnitüdü Nedir?
Depremin Magnitüdü, belli bir zaman diliminde kaydedilen sismogram üzerindeki deprem dalgalarının genliğinin logaritması olarak tanımlanır.

Depremin Şiddeti Nedir?
Depremin yer yüzeyindeki etkileri depremin şiddeti olarak tanımlanır.  Şiddetin ölçüsü, insanların deprem sırasında uykudan uyanmaları, mobilyaların hareket etmesi, bacaların yıkılması ve toplam hasar gibi çeşitli kıstaslar göz önüne alınarak yapılır. Şiddeti tanımlamak için birçok ölçek geliştirilmiştir. Bunlardan en yaygın olarak kullanılanı Değiştirilmiş Mercalli Şiddet Ölçeğidir (Modified Mercalli (MM) Intensity Scale). Bu ölçek, Romen rakamları ile belirlenen 12 düzeyden oluşur. Hiçbir matematiksel temeli olmayıp bütünü ile gözlemsel bilgilere dayanır.

 

Richter Ölçeği nedir?

Richter Ölçeği bir alet değildir; depremin magnitüdünü tanımlayan matematiksel bir formüldür.

Artçı Deprem (Aftershock) nedir?
Ana depremi izleyen daha küçük sarsıntılar dizisidir.

P ve S dalgası nedir?

P dalgası: Kayıtçılara ilk ulaşan deprem dalgasıdır. Hızı kabuğun yapısına göre 1.5 ile 8 km/sn arasında değişir. Tanecik hareketleri yayılma doğrultusundadır (boyuna dalga). Yıkım etkisi düşüktür.

S dalgası: Kayıtçılara ikincil olarak ulaşan deprem dalgasıdır. Hızı P dalgası hızının %60'ı ile %70'i arasında değişir. Tanecik hareketleri yayılma doğrultusuna dik ya da çaprazdır (enine dalga). Yıkım etkisi yüksektir.

Sıvı Etkisi (Liquefaction) nedir?
Kum-kil gibi gevşek malzemeden oluşan katmanların deprem sırasında sıvıların çalkalanmasına benzer bir özellik göstermesidir.

Bu bilgiler ışığında, 6 Şubat tarihinde hep birlikte Doğu Anadolu Fay Zonundaki kırılmalar nedeniyle Kahramanmaraş Merkezli depremleri hep birlikte yaşadık.

Türkiye saat ile 04:17’de ve 13:24’te merkez üssü Pazarcık ve Elbistan olan iki deprem meydana geldi. 11 Şehrin ilk etapta hasar aldığı belirlenmişti. Lakin şu an afet bölgesine dahil edilen şehirler ile 18 şehrin hasar aldığı netleşti.

Neden bu kadar şehirde yıkım gerçekleşti? Neden on binlerce insanımız hayatını kaybetti?

Cevabı sizlerde tahmin ediyorsunuz. Yıkılan binaların enkaz haline gelmesi hususunda birçok parametre etkin olmakla beraber binaların yaşı, temellerin oturduğu zeminlerin taşıma kapasitelerinin düşük olması, inşaatlarda kullanılan malzeme kalitesinin, kolonlar ve kirişlerin en kesit boyutlarının ve donatı miktarlarının yetersizliği, inşa edildiği yıllarda yürürlükte olan yönetmeliklere uygun olarak taşıyıcı sistem elemanlarının inşa edilmemiş olmaları, diğer yapım kusurları ile bitişik nizamda inşa edilen binaların kat seviyelerinin farklı olmaları gibi hususlar en belirgin yıkım nedenler arasında… Belki de en önemli husus yapıların çoğunluğunun zemin etüdünün doğru yapılmadan inşa edilmiş olması…

 

Maalesef ülke gerçeğimiz bu… Yazımın başında da belirttiğim gibi %99’u deprem riski altında olan bir ülkede bu konuya dikkat etmeden hala yapıların inşa ediliyor olmalı toplu cinayetten başka bir isimle anılamaz sanırım…

Bölge bölge hasar alan binaların farklı şekillerde hasar aldığını da gördük.

Örneğin, Kahramanmaraş ve Adıyaman'da enkaz halindeki binaların büyük çoğunluğunun ilk katlarının ya tamamen veya kısmen kat mekanizma durumuna gelerek tüm katların üst üste sandviç şeklinde ya da yan tarafa doğru toptan veya kısmen dönerek göçme durumlarının oluştuğunu gördük. Hatay-Antakya ve Adıyaman-Gölbaşı gibi bölgelerde zemin sıvılaşması etkisiyle binaların temel sistemi özelliklerine bağlı zemine batarak ya binanın tamamı yana yatarak ya da kısmen sıvılaşan zemine batarak eğik vaziyette göçtüğünü gördük.

Sonuçta ne oldu?

Zemini sağlam olan yerlerde yapı kötüydü… Yapının sağlam olduğu yerlerde zemin kötüydü…

Bunun sonucunda on binlerce insan artık aramızda yok.

Depremin bu kadar sığ olması nedeniyle bu denli zarar oluştuğu ifade ediliyor. Lakin depremin sığ ya da derin olmasıyla durumun doğa kaynaklı görülmemiş bir afet olduğunun ardına sığınmaksa büyük bir yanlış…

Depremlerin birbirini tetiklemesi de afetlerin boyutunu büyütebiliyor. Büyük depremlerin kendilerinden daha küçük depremleri etkilemesi (tetiklemesi) Amerika'daki San Andreas Fayı, ülkemizdeki Kuzey Anadolu Fayı gibi faylarda daha önce belirlenmiş jeolojik bir olaydır. Tersi ise daha ender görülür, yani küçük depremler nadir olarak büyük depremleri tetikler. 12 Kasım 1999 Düzce depremi kendisinden üç ay önce oluşan 17 Ağustos 1999 Gölcük depremi tarafından tetiklenmişti. Öte yandan 26 Aralık 1939'da Erzincan'da gerçekleşen 7,9 büyüklüğündeki depremin batıda 20 Aralık 1942'de meydana gelen 7,1 şiddetindeki Erbaa-Niksar depremini, onun ise 26 Kasım 1943'de Tosya'daki 7,6 büyüklüğündeki depremi tetiklediği biliniyor. Bu tetiklemenin ise 1 Şubat 1944'de Bolu–Gerede'de 7,3 büyüklüğünde, 26 Mayıs 1957'de Abant'ta 7 şiddetinde ve 22 Temmuz 1967'de Mudurnu'da 7,1 şiddetinde ve nihayet 17 Ağustos 1999'da Gölcük'te 7,4 şiddetinde depremlerle batıya doğru sürüldüğü bilimsel verilerle ortadadır. Maraş depreminin bunlardan en önemli farkı ana ve tetiklenen iki deprem arasındaki sürenin 9 saat gibi kısa bir süre olmasıdır. Diğer yandan yukarıda verilen örnekte tetikleme, ana fay zonu üzerinde her bir fay parçasının birbirini tetiklemesiyle oluşurken Maraş örneğinde ilk deprem ana fay zonunda, tetiklenen deprem ise ana koldan ayrılan bir tali kol üzerinde gerçekleşti. 

Şimdi gelelim İstanbul’a…İstanbul’un deprem tarihine değinmek istiyorum… Hadi gelin tarihte epey gerilerden günümüze gelelim…

İstanbul ülkemizin nüfus olarak neredeyse %25’ine ev sahipliği yapıyor. Bir İstanbul tüm Türkiye’ye bakar ancak olası bir İstanbul depreminde tüm ülke bir İstanbul’a bakmakta büyük zorluk yaşayacaktır.

İstanbul, on binlerce küçük sarsıntının dışında; 342,447,542,558,1296,1509,1719,1766,1894,1912,1963,1999 Yıllarında büyük hasarlar gördü.

İstanbul, ilk depremini Bizans İmparatorluğunun başkenti olmasından 12 yıl sonra 342 yılında yaşadı. Ancak kent depremden çok fazla etkilenmedi. İstanbul, 24 Ağustos 358'de İzmit'i yerle bir eden depremle yeniden sarsıldı. Kentte, 402, 412, 417, 423, 437 ve 442 yıllarında meydana gelen depremler çeşitli hasarlara yol açtı. İstanbul'da 447'de meydana gelen deprem büyük yıkıntıya neden oldu. Bu yıllarda ''Tanrının Kırbacı Atilla'' Roma ve İstanbul'u tehdit ettiği için surların önemli bir kısmının yıkılması, kentte paniğe yol açtı. İstanbullular, bu tehdidi önleyebilmek için gece gündüz çalışarak surları birkaç ayda tamir etti. Sonraki yıllarda da İstanbul depremlerle sallanmaya devam etti. 450, 477, 487, 525, 533 yıllarında meydana gelen depremler İstanbul'da hasara sebep oldu. Birçok evi, surları, heykelleri yıkan 16 Ağustos 542'deki şiddetli deprem, binlerce insanın ölmesine neden oldu. İstanbul'da 7 Mayıs 558'de gerçekleşen deprem çok büyük hasara yol açtı, Ayasofya'nın kubbesi çöktü, yüzlerce ev yıkıldı.

 

İMPARATORUN YATAĞI SARSILDI İstanbul, 583 ve 611 yılındaki depremlerden sonra uzun süre depremlerden uzak yaşadı. Yaklaşık 130 yıl sonra 26 Ekim 740'ta İstanbul büyük bir depremle sarsıldı, daha sonra 780, 790, 796, 860, 866, 869, 948, 989 ve 1010 depremleri meydana geldi. İstanbul 13 Ağustos 1032 ve 16 Mart 1033'te arka arkaya iki depremle tahrip oldu, bunları 1042 ve 1064 depremleri izledi. Kentte 1 Mart 1202'de meydana gelen deprem, şiddeti kadar saraydaki olayla da tarihteki yerini aldı. Depremde Bizans İmparatorunun yatağının önü yarıldı ve bir harem ağası oraya düşerek öldü. Bu depremden 3 yıl sonra İstanbul 1261'ye kadar sürecek Latin işgaline uğradı. Latin döneminde 11 Mart 1231 Salı günü meydana gelen şiddetli depremde şehir ve surlar zarar gördü. 1296’da binalarda hasar ve zayiata yol açacak derecede kuvvetli depremler etkiledi. 18 Ekim 1343’te eşzamanlı iki deprem şehri vurdu ve kıyıdan 2 km’ye varan uzaklıkta dalgalar üreten bir tsunamiye yol açtı. Konstantinopolis’in büyük binaları ve surları ağır hasar gördü, Ayasofya’nın ana kubbesinde çatlaklar oluştu. Mart 1354’te şehir surlarının muhtelif yerlerde çökmesine yol açmış olan bir başka depremle yıkım daha da ağırlaştı. Her ne kadar Aralık 1419’da Bursa’da meydana gelen güçlü bir deprem rivayete göre Konstantinopolis’i de etkilemişse de şehrin Bizans döneminde gördüğü son büyük yıkıcı deprem bu oldu. Ve Bizans İmparatorluğu’nun son yıllarında Osmanlı orduları şehri kuşatma hazırlıklarını yürütürken Imbroslu Kritobulos “tuhaf ve görülmedik depremler”in vuku bulduğunu, şehir halkının bunları Osmanlı fethinin yaklaşmasının “tanrısal alametleri” olarak yorumladıklarını kaydeder. 1453’te Osmanlılar tarafından fethini müteakiben Sultan II. Mehmed harap olmuş şehri yeniden onarmaya ve nüfusunu eski seviyelerine getirmeye dönük hummalı bir faaliyete öncülük etti. Bu suretle şehrin Osmanlı İmparatorluğu’nun yeni başkenti olması hedefleniyordu. 1500’de bazı surların ve binaların yıkılmasına yol açmış olan küçük bir deprem bir tarafa bırakılacak olursa, şehrin Osmanlı hâkimiyeti altındaki ilk elli yılı depremler bakımından sıkıntısız geçti. Fakat 10 Eylül 1509’da Osmanlı döneminin ilk büyük felaketi ve yazılı tarih içindeki en büyüklerinden biri yeni başkentin büyük bölümünü harabeye çevirdi. 1509 depremi o derece yıkıcıydı ki halk arasında kıyamet-i suğrâ (veya günümüz Türkçesiyle “küçük kıyamet”) sıfatıyla anılmıştır.

1509 depremi şehirde binlerce evi yerle bir etti -rivayete göre İstanbul veya Pera’da depremin ilişmediği tek bir ev bile kalmamıştı- ve 4.000 ila 5.000 kişi öldü ve belki de bu sayının iki katı yaralı oldu. Eğer o dönemdeki şehir nüfusu tahminleri doğruysa bu her kırk kişiden birinin hayatını kaybettiği anlamına gelir. Yapı hasarları fevkalade yaygındı: Şehir surları Eğrikapı’dan Yedikule’ye kadar ağır hasar görmüş ve Konstantinos surlarının son büyük kalıntısı olan İsakapısı da dâhil kulelerin 41 tanesi yıkılmıştı. Ciddi hasarların meydana geldiği cami sayısı 109’u bulmuştu. Ayasofya’ya fetihten sonra Ayasofya Camii’ne dönüştürüldüğünde eklenmiş olan iki minare devrilmiş ve içeride Bizans mozaiklerini örten sıva tuz buz olmuştu. Fatih ve Beyazıt camilerinin her ikisi de ağır hasar görmüş, ana kubbeleri çatlayıp açılmış, müştemilatlarının bazı bölümleri tamamen yıkılmıştı. Topkapı Sarayı da depremden zarar görmüş ve deniz surlarında gedikler açılmıştı. Şehzadebaşı’na yakın Valens Su Kemeri depremden etkilenmişti. Depremin etkileri tarihî yarımada ile sınırlı değildi: Anadoluhisarı, Rumelihisarı ve Anadolukavağı’ndaki Yoros Kalesi dâhil Boğaz boyunca birçok bina gibi Galata Kulesi ve Galata surlarında da ciddi hasarlar vardı. Şehri onarmak için Sultan II. Bayezid, sayısı 66.000’i bulan işçiyi seferber etmiş ve yeniden imar işinin doğurduğu mali külfeti karşılamak üzere 1510’da ekstra vergiler salmıştı. 1509 felaketinden sonra fasılalarla artçı sarsıntılar ve daha küçük depremler bir müddet devam etti, fakat Ayasofya ve Fatih camileri, Topkapı Sarayı ve Haliç kıyısındaki şehir surlarının bazı bölümlerinin hasar gördüğü 10 Mayıs 1556’daki bir depreme kadar hiçbirinin ciddi etkisi olmadı. Bu depremdeki ölü sayısı belli değildir, tahribat Marmara Denizi’nin doğu kıyısı boyunca daha ağır olmuş olabilir. Şehirde bundan sonra 1577, 1597, 1625, 1633, 1642, 1644, 1669 ve 1688 veya 1689’da depremler hissedilmiş fakat bunların hepsi ya ciddi etki doğuramayacak kadar küçük ya da uzaktaydı. Mamafih 1648 Mayıs veya Haziran’ındaki bir deprem bazı çatıların ve şehirdeki bazı duvarların çökmesine yol açmış, 1659’daki bir başka deprem ise Süleymaniye Camii’ne hasar vermiştir. Temmuz 1690’daki bir başkası ise Fatih Camii’nin kubbelerinde çatlaklar meydana getirmiş ve Topkapı yakınındaki kara surlarının bir bölümünü harap etmiştir. 1719’da İstanbul’u iki deprem vurdu: Mart’ta olan ilki, muhtemelen ikincisinin öncü sarsıntısıydı ve iki camiyi tahrip etti, az sayıda insanın ölümüne yol açtı. Ardından 25 Mayıs’ta, Doğu Marmara’da çok daha kuvvetli bir deprem meydana geldi, İzmit, Düzce, Yalova ve Karamürsel’de ağır hasar oluşturdu ve bütün bölgede binlerce insan hayatını kaybetti. O dönemden kalma bir Osmanlıca metinde kaydedilenlere göre: İstanbul’da “… Hasar görmeyen ev veya yıkılmayan baca kalmadı. 2 Eylül 1754 Tarihinde gerçekleşen depremde, Edirnekapı’dan Yedikule’ye kara surlarının kulelerinde ciddi çatlak ve gedikler oluşmuş, Yedikule’nin yedi kulesinden en az iki tanesi kısmen çökmüştür. Ayasofya, Küçük Ayasofya, Beyazıt ve Fatih dâhil birkaç cami hasar görmüş, yedi minare yıkılmıştır. 1766’da Marmara fay sisteminde iki büyük deprem meydana geldi: İlki 22 Mayıs’ta Doğu Marmara Denizi’ni vurdu ve Boğaziçi’nden Mudanya Körfezi’ne uzanan bir tsunamiye yol açtı. İkinci deprem 5 Ağustos’ta daha batıda meydana geldi ve ilkinin etkilerini hem yaygınlaştırdı hem derinleştirdi. Mayıs 1766 depremi, Üsküdar ve Boğaziçi’ndeki köyler de dâhil şehrin meskûn mahallerinde yaygın hasara yol açmıştır. Her ne kadar eski şehir kadar ciddi olmasa bile, Galata ve Pera da depremden etkilendi. Kara surları kısmen tahrip oldu, Yedikule ve birkaç şehir kapısı ciddi hasar gördü. Kapalıçarşı da dâhil olmak üzere bazı hanlar ve çarşılar kısmen veya tamamen çöktü ve birçok can kaybı yaşandı. Takip eden deprem Ramazan Ayının ilk günü olan 30 Ocak 1767 depremiydi: “Tam müezzinler ramazan hilalinin göründüğünü ilan ederken bir deprem oldu… Ve minaredekilerin korkudan ödleri patladı.’’ Bir sonraki yüzyılda 1776, 1790, 1806 ve 1837’de birkaç deprem İstanbul’u salladı, maddi zarara yol açtı fakat can kaybı olmadı.

10 Temmuz 1894’te öğle ile ikindi arası Marmara fay sisteminde büyüklüğü 7.3 olarak tahmin edilen büyük bir deprem meydana geldi ve yarıçapı 400 km’yi aşan bir alanda sarsıntısı hissedildi. Şehrin bütününde depremden etkilenmiş camiler, kiliseler, sinagoglar, kamu binaları, hastaneler, okullar, çarşılar ve evler ile İstanbul yaygın hasar gördü. Devlet kayıtlarına göre 10.000 civarında binanın depremden ciddi şekilde etkilendiği tahmin edilmektedir. En ciddi yıkım ve tahribat Marmara kıyılarında ve tarihî yarımadada ve bilhassa Fatih, Edirnekapı, Topkapı ve Haliç kenarındaki semtlerde toplanmıştı. Büyükada’daki Aziz Gregorios Kilisesi ve Heybeliada’daki Rum Ortodoks Papaz Mektebi ile Deniz Harp Okulu da dâhil, hasar görmüş veya bütünüyle yıkılmış taş binalarıyla, Adalar da ciddi bir şekilde etkilendi. Kapalıçarşı’nın bazı bölümleri çöktü, eski şehirdeki birçok cami hasar gördü; Fatih, Nuruosmaniye, Mihrimah, Sokullu Mehmet Paşa, Atik Ali Paşa, Davut Paşa ve Küçük Ayasofya hasar gören camiler arasındaydı. Deprem esnasında ve depremin hemen ardından insanlar şehir dışına kaçtı, birçokları Haliç üzerindeki köprülerde toplandı. Depremin ve ardından meydana gelen artçı sarsıntıların yol açtığı korku, şehir sakinlerinin birçoğunun parklarda, meydanlarda, mezarlıklarda ve başka açık alanlarda geçici sığınaklar oluşturmasına ve buralarda bir müddet kalmasına yol açtı. Müslüman ve Hristiyanlar depremi benzer şekilde dinî açıdan yorumladılar ve depreme toplu nedamet ve istiğfar gösterileri ve ibadetlerle karşılık verdiler. O dönemde on yaşında olan yazar Halide Edip Adıvar, depremin dinî muhteva içerisinde kıyamet çağrışımları sebebiyle hissettiği korkuyu hatırlar ve ailesinin depremden sonra daha dindar hâle geldiğini kaydeder.

Bugün ki, Kandilli Rasathanesi’nin kuruluşu…

1894 depremi Osmanlı İmparatorluğu’ndaki sismolojik araştırmanın gelişmesi için büyük bir tetikleyici güç işlevini gördü. Sultan II. Abdülhamid Yunan Ulusal Gözlemevi yöneticisi Demetrios Eginitis’i İstanbul’a davet etti ve depremlerin sebeplerine dair rapor hazırlamakla görevlendirdi. Eginitis, raporunu Ağustos’ta tamamladı. Keza Avrupa’daki Osmanlı sefirlerine bulundukları ülkelerde sismolojik araştırmanın mevcut durumu ve kullanılan aletler hakkında raporlar yazmaları talimatı verildi ve İstanbul’da bir heyet bu bilgilerden faydalanarak mahallî bir sismoloji biriminin kurulması için görevlendirildi.13 Bundan kısa bir süre sonra hükûmet Maçka’da İstanbul’un ilk sismolojik gözlemevinin kurulması için gerekli mali kaynağı onayladı ve ünlü İtalyan sismolog Giovanni Agamenonne ile anlaşarak kurumun başına getirdi. Agamenonne’nin halefi Salih Zeki Bey ve onun eğittiği araştırmacılar grubu Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nde sismoloji disiplininin kurucu uzmanları oldular. Deprem araştırmaları merkezi daha sonra Cumhuriyet’in kuruluşunu müteakiben Kandilli’ye taşındı ve kurum şimdi Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü adıyla faaliyetini sürdürmektedir.

1912’de Tekirdağ yakınındaki Ganos [Şarköy açıkları]’ta 7.3 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi ve küçük bir tsunami üretti. İstanbul’un Beyoğlu, Topkapı, Unkapanı, Kasımpaşa ve Ortaköy semtlerindeki binalarda küçük çapta hasarlar oluştu. 1943’te Hendek’te 7.0 büyüklüğünde, 1953’te Yenice-Gönen’de 6.8 büyüklüğünde ve 1964’te Manyas’ta 6.8 büyüklüğünde depremler meydana geldi ve bunların hepsi İstanbul’da hissedildi ancak ya küçük çaplı hasarlar oluştu veya hasarsız atlatıldı. 1967’de Mudurnu’da 7.2 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi ve İstanbul’da az da olsa bir hasara yol açtı ve Vezirhan çöktüğünde Çemberlitaş’ta yıkım, genç bir kadının ölümüyle sonuçlandı. 24 Nisan 1988’de, İstanbul’dan yaklaşık 7 km uzaklıkta Marmara Denizi’nde 5.1 büyüklüğünde bir deprem küçük ölçekte hasarla neticelendi (Camlar kırıldı ve duvarlarda çatlaklar oluştu) fakat şehir sakinleri arasında hatırı sayılır bir korku ve paniğe sebep oldu. Bu endişe mazur görüldü, çünkü İstanbul’un önceki on yıllar içinde geçirdiği dönüşüm sebebiyle sismik aktivitenin Marmara fay sisteminde arz ettiği tehlike hayli artmıştı.

1944 Yılında Depreme Dayanıklı Konut Yasası oluşturulduğunu biliyor muydunuz ?

1944’te depreme dayanıklı konut tasarımına dönük yasal standartlar getirildi, 1953, 1968, 1975 ve 1998’de bu standartlarda değişikler yapılarak iyileşmeler sağlandı, fakat inşaat tüzük ve yönetmeliklerindeki bu kuralların icra ve infazı hatırı sayılır derecede değişkenlik gösterir. Bir diğer ifadeyle bu kuralların yeterince uyulmaması sonucu yapılan birçok yeni bina, hatta resmî müsaadeye sahip olanlar bile, yetersiz yapısal takviye ile tasarlandı ya da standartların altındaki malzemeler kullanılarak inşa edildi. Neticede orta sınıf semtlerin birçoğu depremlere karşı gecekondu mahalleleri kadar kırılgan hâle geldi, hatta bu mahallerin daha yüksek ve çok katlı apartman binalardan müteşekkil bazı durumlarda bu kırılganlık muhtemelen daha da fazlaydı.

17 Ağustos 1999 Depreminin İstanbul’daki tahribatı…

Mamur muhitin mahiyetindeki bu dönüşümün sonuçları 17 Ağustos 1999’da beklenmedik bir anda ve dehşet verici bir şekilde açığa çıktı. Kuzey Anadolu fay hattının dört parçası Marmara Denizi’nin doğu kıyısı boyunca kırıldı ve 7.4 büyüklüğünde bir depreme yol açtı. Depremin merkezi, İstanbul’dan yaklaşık 80 km uzakta Gölcük’teydi, fakat ekseriya depremden en ağır hasarın vuku bulduğu şehir ve vilayete izafeten İzmit ya da Kocaeli depremi diye söz edilir. 1999 depremi 20.000’den fazla insanın hayatını kaybetmesine, yüz binlercesinin yaralanmasına veya evsiz, meskensiz kalmasına yol açtı ve Türkiye’nin sanayi ve ticaret merkezinin kalbi için de milyarlarca dolar değerinde yıkıma neden oldu. İstanbul’da neredeyse 1.000 kişi hayatını kaybetti ve şehrin muhtelif semtleri -bilhassa Avcılar ve Marmara kıyısındaki diğer kenar mahalleler ve ilave olarak Adalar- hatırı sayılır derecede hasar gördü.

Geçmişten bugüne bakıldığında ortalama 250 yılda bir İstanbul merkezli deprem olduğunu birlikte görüyoruz.

Henüz gerçekleşmeyen büyük depremin 250 yılı ise dolmak üzere…

İstanbul olarak buna hiç hazır değiliz…

Büyük bir yıkım ve kaos bizi bekliyor olabilir…

Hazırlıklı olmaktan başka çaremiz yok…

İstanbul’a bir şey olmaz diyenler bu yazıyı okuduktan sonra fikirlerini değiştirmişlerdir umarım…

Depremsiz ve afetsiz bir ömür dileğiyle…

 

 

 

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.