Türkiye, Dil Öğretme Fırsatını Neden Gözden Kaçır
.

Mehmet Talaslı KURUMSAL GELİŞİM MİMARI
-
Türkiye’nin 14 yılı aşkın süredir devam eden Suriyeli nüfus krizi, yönetimsel bir paradoksu gözler önüne serdi: Devlet, bir yanda toplumsal uyumun anahtarı olan dil eğitimini erteledi, diğer yanda bu sorunu çözecek on binlerce öğretmen kaynağını kendi elleriyle heba etti.
Bu, Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bünyesinde ortaya çıkan merkezî politika ataleti ile yerel idarecilerin kaynakları saklama refleksi birleştiğinde ortaya çıkan, tarihsel bir hatanın tekrarı ve yönetimsel bir zafiyettir.
1. Norm Fazlası Öğretmenler: Bürokratik Ziyanın İronisi
MEB, ders yükünü dolduramayan on binlerce "norm kadro fazlası" öğretmenin ekonomik ve stratejik değerini idrak edemedi. Bu öğretmenler, ulusal bir çözümün parçası olmak yerine, çözülmesi gereken bürokratik bir dert olarak görüldü.
Yerel idareciler, fazlalık öğretmenleri ya Halk Eğitim Merkezlerine (HEM) görevlendirerek ya da resen atamalarla yer değiştirerek gözden uzak tuttular. Bu "saklama" operasyonu, merkezi yönetimin "öğretmen yok" yanılsamasına kapılmasına ve ulusal bir dil programı üretmeme ataletine zemin hazırlamıştır. Türkiye, bu bürokratik zafiyet nedeniyle zaten maaşını ödediği eğitimci kaynağını kullanma fırsatını kaçırmıştır.
2. Sempati Tuzağı ve Dil Bariyerinin Yükselişi
Norm fazlası öğretmenler içeride atıl kalırken, Suriyelilere yönelik dış politika da dil entegrasyonunu kilitledi. Hükümetin, Suriyelilere yönelik izlediği "geçici koruma" statüsü, zorunlu dil politikalarının önündeki en büyük engel oldu.
Başlangıçta insancıl görünen bu yaklaşım, uzun vadede milyonlarca insanı dilsel izolasyona mahkûm etmiştir. Gönüllülüğe bırakılan dil öğrenimi, özellikle yaşlılar ve ev kadınları arasında toplumsal uyum için hayati olan iletişim becerisinin kazanılmasını engellemiş; bu da ekonomik sömürüyü artırırken, sosyal mesafenin derinleşmesine neden olmuştur.
3. Osmanlı'nın Tekrarlanan Hatası
Bu yönetimsel savurganlık, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasına neden olan tarihi hatayı tekrarlamıştır. Osmanlı'nın kısa vadeli huzur uğruna dil birliğini sağlamaması gibi, Türkiye de siyasi maliyetten kaçınmak için dil bariyerini kaldırmamıştır. Sonuç olarak, Türkiye, bölgesel etki ve yumuşak güç potansiyelini temsil edebilecek milyonluk bir kitleyi kendi eliyle dilden soyutlayarak büyük bir stratejik hata yapmıştır.
Nihai Sonuç:
Milli Eğitim Bakanlığı ve yerel idarecilerin, on binlerce öğretmeni atıl tutarak gösterdikleri politik atalet, merkezin "misafirlik" retoriğini desteklemiştir. Bu, siyasi olarak sempatik görünme çabasının, uzun vadede milyonlarca insanı dilsel izolasyona mahkûm etmesi anlamına gelir.
Bu ihmalin maliyeti, sadece bir kaynak ziyanı değildir; insani sempati kisvesi altında sergilenen bu politik atalet, milyonlarca insanı izole ederek ülkenin uzun vadeli jeopolitik çıkarlarına ciddi şekilde zarar vermiş ve kendi etkisini baltalamıştır. Türkiye'nin geleceği için bu kısır döngü derhal kırılmalı ve atıl durumdaki öğretmen ordusu, entegrasyonu zorunlu kılan ulusal bir dil seferberliğine yönlendirilmelidir.